Ana içeriğe atla

Kaledeki Muhafız: Çankırı'nın Ebedi Fatihi Emir Karatekin'in İzinde

Tarih: 12 Kasım 2025 – Konum: Çankırı Kalesi

Kasım güneşi aldatıcı bir sıcaklıkla parlıyor, hava on iki dereceyi ancak buluyor. Bu serin sonbahar sabahında Çankırı Kalesi’ne tırmanmak, bir şehre değil, bir hafızaya tırmanmak gibidir. Rüzgâr, kışın habercisi o keskin ayazı hissettirirken, güneş vadinin ve aşağıda uzanan şehrin çatılarını hâlâ altın rengine boyar.


Burçlara vardığınızda rüzgâr size yalnızca bugünün serinliğini değil, bin yıllık bir fısıltıyı da getirir. Aşağıdaki şehir, modern binaların arasında serpiştirilmiş tarihî dokusuyla ağırbaşlı bir bilgelikle nefes alır. Fakat bu sükûnetin ardında, bir şehrin kaderini mühürleyen kudretli bir iradenin yankısı duyulur: Emir Karatekin.

Çankırı’ya gelen her ziyaretçi, bu isme mıknatıs gibi çekilir. Üniversitesinden parkına, caddesinden köylerine kadar onun adıyla karşılaşır. Peki kimdir bu Karatekin? Tarihî bir komutan mı, halk kahramanı mı, yoksa bir veli mi? Cevap, bunların ustaca iç içe geçtiği bir bütündür.

Emir Karatekin: Tarihî Kayıtların Komutanı

Tarihçiler Osman Turan, Ali Sevim, Halil İnalcık onun adını Malazgirt Zaferi’nin ardından Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymanşah’a bağlı bir komutan olarak kaydeder. 1074-1075 yıllarında Bizans’ın “Gangra” (ya da “Mankuriyye”) adlı kalesini fethederek Çankırı ve Kastamonu hattını Türk yurduna katmıştır. Bu fetih, yalnızca askerî bir zafer değil, bölgenin demografik ve medeniyet ekseninin değiştiği kurucu andır.

Adının anlamı da bu misyona uygundur: “Emir” askerî rütbedir; “Kara” güç ve sarsılmazlık, “Tekin” (Tigin) ise soyluluk anlamına gelir. Yani “Güçlü ve Soylu Komutan.”

Kaynaklarda onun Danişmend Gazi’nin emrinde olduğu da anlatılır; ancak tarihçiler, Süleymanşah’a bağlı olduğu görüşünü daha sağlam bulur. Bu farklı anlatımlar, o dönemde Anadolu’daki Türk güçlerinin karmaşık siyasi ilişkilerinden kaynaklanır.

Karatekin’in başarıları Çankırı ile sınırlı değildir. Yaklaşık 1084’te Sinop’u da fethetmiş, ancak Bizans’ın hilesi ve Sultan Melikşah’ın elçisi Siyavuş’un ihaneti sonucu şehri kaybetmiştir. Bu ayrıntı, onu yenilmez bir efsane değil, zaferleri kadar kayıplarıyla da “insanî” bir komutan kılar. Ölümü de belirsizdir: bazı rivayetler, Süleymanşah’ın ölümünden sonra Melikşah’ın emirlerinden Bozan ve Porsuk Bey tarafından itaati reddettiği gerekçesiyle öldürüldüğünü söyler.

Halkın Hafızasında: Alperen ve Veli

Eğer Karatekin yalnızca kroniklerde kalsaydı, adı bugün birkaç tarih kitabında anılırdı. Oysa halk onu “hissettiği” biçimde yaşatır. Danişmendnâme gibi menkıbelerde o, sadece bir komutan değil, bir alperendir. Ömer Lütfi Barkan’ın deyimiyle, Anadolu’yu Türkleştiren “kolonizatör Türk dervişidir.”

Halkın onu yüceltmesinin üç temeli vardır:

  • Kurucu Baba Rolü: Bizans ve Haçlılara karşı mücadeleleriyle Çankırı’nın Türk kimliğinin sembolü olmuştur.
  • Manevi Bekçilik: Eşi Meryem Hatun ve iki çocuğuyla birlikte yattığı rivayet edilen türbesi, şehrin en hâkim noktasında, kalenin içinde yer alır. Bu konum, “Şehrimi korumaya devam ediyorum” mesajının taşlaşmış hâlidir. Kale, böylece askerî yapıdan bir ziyaretgâha dönüşmüştür.
  • Evliya Mertebesi: Halk inancında onun kılıcı kadar duası da etkilidir. Babasının Bağdatlı bir tüccar, annesinin Rum bir rahibenin kızı olduğu gibi fantastik köken hikâyeleri, onu ilahî bir görevle bu topraklara gönderilmiş bir veliye dönüştürür.
Fetihten Günümüze: Çankırı’nın Kimliği

Malazgirt’in ardından Bizans’ın “Gangra”sı, 1080’lerin başında Emir Karatekin tarafından fethedildiğinde, yalnızca bir kale alınmamış, bir şehir yeniden doğmuştur. Kale burçlarına sancak dikilmiş, ilk ezan sesleri yankılanmış ve şehir kalıcı bir Türk-İslam yurduna dönüşmüştür. Karatekin yalnızca toprağı değil, o toprağın geleceğini fethetmiştir.

Bugün kaleye çıktığınızda sizi yalnızca panoramik manzara değil, bu tarihî dönüşümün sessiz tanığı olan türbe karşılar. Türbenin içinde, rüzgârın uğultusu yerini derin bir sükûnete bırakır; burada yatanın yalnızca bir komutan değil, bir şehrin hafızasını omuzlayan muhafız olduğunu hissedersiniz.

Bilimle Devam Eden Miras

Emir Karatekin’in adı artık yalnızca kalede değil, bilimin merkezinde de yaşıyor: Çankırı Karatekin Üniversitesi. 2007’de kurulan bu üniversite, şehrin geleceğini kurucusunun adıyla taçlandırmıştır. Burada, onun “Gazi” ruhu, kılıçtan kaleme, imardan ilme evrilmiştir. Fetihten yüzyıllar sonra, aynı ruh artık “irfan” yolunda sürmektedir.

Kampüse gitme hatta hukuk fakültesindeki dersliklerden birinde meslektaşlarıma iki gün arabuluculuk eğitimi verme fırsatı da buldum. Bu üniversitede eğitim vermek, Karatekin’in mirasının hâlâ nasıl yaşadığını yakından hissettirir. Şehir, fatihinin adını yalnızca taşlarda değil, düşüncede yaşatarak ona en derin vefasını göstermektedir.

Son Söz: Vefa ve Ruhun Devamı

Kaleden şehre son kez baktığınızda, Emir Karatekin’in sanki hâlâ burçlarda nöbet tuttuğunu hissedersiniz. Bir şehri “şehir” yapan, yolları ya da binaları değil, geçmişine ve kurucusuna duyduğu vefadır.

Çankırı, bin yıl sonra bile kurucusunun adını onurla taşırken, aslında kendi kimliğini de o adla korumakta ve gururla hatırlamaktadır. Emir Karatekin, yalnızca 11. yüzyılın bir komutanı değil, bugünkü Çankırı’nın kalbinde atmaya devam eden kurucu iradenin ta kendisidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

G20 İçinde Türk Hukuk Piyasası: Mesleğin Ekonomik Çıkmazı

Her avukat, her hukuk fakültesi öğrencisi ve mesleğe yeni adım atmış her genç, son yıllarda giderek ağırlaşan rekabeti ve daralan ekonomik alanı derinden hissediyor. Büro giderleri, müvekkil bulma zorluğu gibi günlük endişeler, aslında çok daha büyük ve temel bir sorunun günlük hayata olan yansımaları. G20 ülkelerinin hukuk piyasalarını karşılaştırmak için yaptığım araştırma, bu hissiyatı somut verilerle ortaya koyuyor ve Türkiye'deki avukatların içinde bulunduğu durumu çarpıcı bir netlikle tanımlıyor: Türk avukatlığı, " yüksek rekabet, düşük fırsat " olarak özetlenebilecek bir baskı alanında faaliyet gösteriyor. Bu durum, iki temel veriye dayanıyor: Piyasadaki avukat yoğunluğu ve her avukata düşen ekonomik pazarın küçüklüğü. Sorun 1: Popülist Politikalar ve Kontrolsüzce Artan Rekabet Türkiye, avukatlık hizmetleri piyasası doygunluğu açısından G20'nin en rekabetçi ülkelerinden biri. Ülkemizde her bir avukata sadece 461 kişi düşüyor. Bu oran, bizi ABD, Birleşik Kr...

Sabahattin Ali Yaşasaydı Türk Edebiyatı Nereye Evrilirdi?

Edebiyat tarihi genellikle yazılanlar üzerinden okunur; ancak bazen yazılamayanlar , kütüphaneler dolusu kitaptan daha ağır bir gölge bırakır. Sabahattin Ali ’nin 1948’deki trajik ölümü, Türk edebiyatı için yalnızca biyolojik bir kayıp değil, düşünce dünyamızda derin bir inkıta anlamına gelir. O, sadece başarılı öyküler yazan bir edip değil; Türkçenin anlatı imkânlarını " köy gerçekçiliği " ile "şehirli melankoli" arasında kurduğu köprüyle genişleten bir isimdi. Bu yazı, Sabahattin Ali’nin yarım bırakılan hayat çizgisini boş bir varsayım alanı olarak değil; edebiyatımızın kaybettiği sosyolojik ve psikolojik imkânları yeniden düşünmek için bir inceleme zemini olarak ele alıyor. O karanlık sınır aşılabilseydi, Türk edebiyatının akışı hangi yeni yönlere kırılırdı? 1. Dilin Kristalleşmesi: Yalınlıktan Varoluşsal Sancıya Sabahattin Ali’nin edebiyat yolculuğuna bakıldığında, dilinin Kuyucaklı Yusuf ’taki epik anlatıdan Kürk Mantolu Madonna ’daki içsel monologlara doğr...

Hakkında

Bu blog sayfası Şamil Demir'in çeşitli mecralarda yayınlanmış olan yazılarının arşividir. Bu sitenin başka bir amacı yoktur. Şamil Demir 1997 yılında Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinden, 2011 yılında Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk yüksek lisans programından mezun olmuştur. 1998 yılından beri Ankara Barosuna kayıtlı avukattır. 2013 yılından beri Adalet Bakanlığı Arabuluculuk Siciline kayıtlı arabulucudur. İngilizce bilmektedir. Evli, bir çocuk babasıdır.