Uluslararası hukuk ve diplomasi, semboller üzerinden okunur. Bu semboller bazen en güçlü antlaşmalardan daha derin anlamlar taşır. Türk dünyasının kalbi Semerkant, yakın tarihte bu gerçeği acı bir ironiyle yüzümüze vurdu. Kasım 2022'de bu kadim şehir, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Zirvesi'nde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) gözlemci üye statüsü verilmesiyle tarihi bir kardeşlik anına sahne oldu. Bu karar, Kıbrıs Türklerinin “Türk dünyasının ayrılmaz bir parçası” olduğunun ve en doğal haklarının tanındığının tescili olarak değerlendirildi.
Bu yazının yazılmasına neden olan son gelişme ise, bu
ikili politikanın acı bir tekrarı oldu. Kısa süre önce Brüksel'de imzalanan Avrupa
Birliği-Özbekistan Gelişmiş Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması'na eşlik eden
ortak bildiride, Özbekistan bir kez daha KKTC'yi "ayrılıkçı bir
hareket" olarak tanımlayan ve Türkiye'nin varlığını "işgal"
olarak ima eden 541 ve 550 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
kararlarına "güçlü bağlılığını" teyit etti. Bu hamle, 2022'deki
kardeşlik ruhunu siyaseten yok sayarak, Kıbrıs meselesinde reelpolitik
çıkarların ağır bastığını yeniden gösterdi.
Müdahalenin Hukuki Meşruiyeti Göz Ardı Edilemez
Özbekistan ve diğerlerinin attığı adımın vahametini anlamak
için Kıbrıs davasının hukuki temelini hatırlamak gerekir. Türkiye'nin 1974'teki
müdahalesi, uluslararası propagandada ısrarla "işgal" olarak
nitelense de, 1960 Garanti Antlaşması'ndan doğan meşru ve zorunlu bir hakkın
kullanılmasıdır.
Bu müdahale, adadaki Türk toplumuna yönelik yıllardır süren
ve "Akritas Planı" gibi belgelerle kanıtlanmış sistematik etnik
temizlik girişimlerine, "Kanlı Noel" gibi katliamlara ve nihayetinde
adayı Yunanistan'a bağlamayı amaçlayan 15 Temmuz 1974'teki EOKA darbesine karşı
yapılmış zorunlu bir operasyondu. Avrupa Konseyi'nin 29 Temmuz 1974 tarihli
kararı ve Atina Temyiz Mahkemesi'nin 1979 tarihli kararı dahi, Türkiye'nin
antlaşma uyarınca müdahale hakkının bulunduğunu teyit etmiştir. Dolayısıyla
Kıbrıs'taki Türk varlığı bir "işgal" değil, uluslararası hukuk
temelinde bir garantörlük görevinin ifasıdır.
Semerkant'taki Vehamet: 541 ve 550 Sayılı Kararların
Bedeli
İşte Semerkant'taki zirvede ve hemen ardından Brüksel'de
yaşananlar, bu hukuki ve tarihi gerçekliği hiçe saymıştır. Özbekistan ve diğer
Türk devletleri, AB'nin sunduğu 12 milyar avroluk yatırım paketi gibi ekonomik
teşvikler karşılığında bu adımı attı. Özbekistan için AB, halihazırda üçüncü
büyük ticaret ortağıdır ve DTÖ üyeliği gibi hedefleri için Brüksel'in desteği
kritik önemdedir.
Bu "stratejik ortaklığın" bedeli olarak,
imzaladıkları bildirilerin 4. maddesiyle BMGK'nın 541 ve 550 sayılı kararlarına
"güçlü bağlılıklarını" teyit ettiler.
Hukuki açıdan bu, TDT'nin kendi kararıyla çelişen bir
durumdur. Zira 1983 tarihli 541 sayılı karar, KKTC'nin bağımsızlık ilanını
"hukuken geçersiz" sayar. 1984 tarihli 550 sayılı karar ise daha da
ileri giderek KKTC'yi "ayrılıkçı bir hareket" olarak tanımlar ve
Türkiye'nin varlığını "işgal" olarak ima eder. Yani bu devletler,
sadece Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni (GKRY) tanımakla kalmamış; TDT çatısı
altında gözlemci olarak kabul ettikleri KKTC'yi gayrimeşru ilan eden, Türkiye'nin
garantörlük hakkını sorgulayan ve Rum-Yunan tezlerini temel alan yasal
çerçeveyi resmen onaylamışlardır.
Bir Karşı Duruş Modeli: "Bakü Standardı"
Bu hayal kırıklığı tablosunda Azerbaycan'ın duruşu, hukuka
ve kardeşliğe sadakatin ne anlama geldiğini gösteren bir "Bakü
Standardı" oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in "KKTC'li
kardeşlerimiz emin olsun ki, ülkelerinin bağımsız bir devlet olarak
uluslararası toplum tarafından tanınması için her zaman yanlarında
olacağız" şeklindeki net taahhüdü, konjonktürel çıkarların ötesinde
stratejik bir ittifakın ilanıdır.
Bu duruş sadece söylemde kalmamıştır. Azerbaycan Milli
Meclisi'nde "Azerbaycan-KKTC Parlamentolar Arası İlişkiler Çalışma
Grubu" kurulması, resmi heyetlerin ziyareti ve en önemlisi, Azerbaycan'ın
GKRY'de büyükelçilik açmayacağını net bir dille deklare etmesi, Özbekistan ve
diğerlerinin pragmatizmiyle taban tabana zıt, ilkeli bir tavırdır. Kendi
toprağı Karabağ'da yıllarca işgalin acısını çeken Azerbaycan, Kıbrıs davasının
varoluşsal niteliğini ve Türkiye'nin İkinci Karabağ Savaşı'ndaki desteğinin
stratejik önemini herkesten iyi anlamaktadır.
Sonuç: Bir Tercih Anı
Özbekistan'ın son hamlesi, TDT'yi bir yol ayrımına
getirmiştir. Teşkilat, ortak kader birliği üzerine inşa edilmiş jeopolitik bir
ittifak mı, yoksa üyelerinin kısa vadeli ekonomik çıkarlar uğruna temel
ilkeleri feda edebileceği sembolik bir yapı mı olacak? Kıbrıs, bu sorunun
turnusol kâğıdıdır.
Türkiye'nin bu duruma tepkisi, hasmane bir kopuş değil,
"aile içi" bir sitem ve derin bir hayal kırıklığının ifadesi
olmalıdır. Ancak bazı ailevi meseleler, halı altına süpürülemeyecek kadar
hayatidir. Sorulması gereken soru şudur: Neden Bakü'nün onurlu ve stratejik
yolu değil de Brüksel'in ekonomik vaatlerinin yolu tercih edilmiştir?
Kardeşlik, en zor zamanda belli olur ve Kıbrıs, o zor
zamanın ta kendisidir. Bu sınavda başarısız olmak, sadece bir milli davayı
zayıflatmakla kalmaz, aynı zamanda Türk dünyasının ortak geleceğine duyulan
güveni de onarılması güç bir şekilde zedeler.
Kaynak:
Zentürk, Ardan. ""TÜRK" DEDİĞİMİZ BUNU
YAPARSA, KİME KIZABİLİRİZ? ÖZBEKİSTAN -YİNE- KKTC'Yİ İŞGAL BÖLGESİ
GÖRDÜ..." YouTube videosu, 8:24. 30 Ekim 2025. https://youtu.be/_PKVXYl0XDo.

Yorumlar