Bir Yanılgının İzini Sürerken
Sabahattin Ali’nin “Ses” öyküsünü ilk okuduğumda, Sivaslı Ali’nin dudaklarından dökülen o dizelerin içimde bıraktığı sızı hâlâ tazedir. Kimi okur bu sözleri anonim bir türkünün hatırası sanır, kimi başka bir ozanın yadigârı… İnternette dolaşan yanlış bilgiler de cabası.
Ben bu yazıyı, hem kendi zihnimi toparlamak hem de okuru gereksiz karmaşadan uzak tutmak için kaleme alıyorum.
Peki o meşhur dizeler kime aittir?
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli, dağıt beni, kır beni;
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yârin çıplak ayağına sür beni…
Bu sözler kesinlikle anonim değildir.
Ait oldukları tek kişi var: Sabahattin Ali.
Ancak işin önemli bir yanı şu:
Bu dizelerin, “Dağlar ve Rüzgâr” gibi şiir kitaplarında müstakil bir başlığı yoktur. Yazar onları bağımsız bir şiir olarak değil, “Ses” öyküsünün içine doğrudan yerleştirdiği bir türkü olarak yazmıştır.
Yani bu dizeler bir şiirin alıntısı değil, bizzat öykü için yaratılmış özgün bir parça.
Peki o zaman neden herkes “Leylim Ley” diyor?
Çünkü yıllar sonra Zülfü Livaneli bu dizeleri aldı, güçlü bir ezgiyle besteledi.
Şarkı geniş bir kitleye ulaştı, nakarat da eklenince dilimize şöyle yerleşti:
“Leylim ley… Leylim ley…”
Livaneli’nin katkısı inkâr edilemez; bu dizeler onun bestesiyle bambaşka bir hayat buldu.
Fakat zaman içinde şu oldu:
Öykünün içinden doğan sözlerin adı yokken, şarkının adı giderek bütün hafızayı kapladı.
Böylece öyküdeki o sahici ses biraz geri çekildi; dizelerin kaynağı çoğu okur için görünmezleşti.
Bu yazıyı hazırlamamın nedeni tam olarak bu.
Gerçek tabloyu sade biçimde koyarsak:
– Dizelerin yazarı Sabahattin Ali’dir.
– Dizeler “Ses” öyküsü için yazılmıştır.
– Bağımsız bir şiir başlığı yoktur.
– Livaneli’nin bestesi sayesinde halk arasında “Leylim Ley” adıyla bilinir.
Okura bir davet
Eğer bu dizelerin gerçek nefesini duymak istiyorsanız, kulağınızı şarkıya değil, öykünün kendisine çevirin.
“Ses” öyküsünü açın.
Sivaslı Ali’nin yalnızlığını, yorgunluğunu, utangaç ama pırıl pırıl sesini düşünün.
Bir yol amelesinin, bir anda öykünün tamamını aydınlatan o kırılgan sesini…
O zaman göreceksiniz:
Türkü, yalnızca bir ezgi değil; bir kaderin içinden süzülen sessiz bir haykırıştır.
Ve o ses, şarkının değil, öykünün yüreğinde hâlâ capcanlı durur.

Yorumlar