Türk futbolu, tarihinin en derin güven krizlerinden biriyle sarsılıyor. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu'nun, yüzlerce hakemin bahis hesaplarının bulunduğunu ve 152'sinin aktif olarak bahis oynadığını açıklaması, sadece bir spor skandalını değil, karmaşık bir hukuki düğümü de gözler önüne serdi. Tek bir hakemin dahi iddiaya göre 18.000’den fazla bahis yaptığı gibi detayların ortaya çıkmasıyla, olay an itibarıyla bir spor içi disiplin meselesi olmaktan çıktı. Zira, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı durumu "ihbar" kabul ederek devreye girdi ve süreç, çok katmanlı bir adli soruşturmaya dönüştü.
Bu kriz, sahada adalet dağıtmakla yükümlü olanların, adli ve idari yargının kesiştiği noktada nasıl bir akıbetle yüzleşeceğini göstermesi bakımından tarihi bir emsal oluşturacak nitelikte. Bu süreçte, TFF'nin kendi disiplin mekanizması ile ceza kanunları eş zamanlı işliyor. Karşımızda, "ikili yargı yetkisi" olarak tanımlanabilecek, süreç yönetimi açısından ender ve karmaşık bir durum bulunuyor.
Disiplin Hukukunda Sıfır Tolerans
TFF'nin iç hukuk metni olan Futbol Disiplin Talimatı
(FDT), bu konuda son derece net bir çerçeve çiziyor. FDT'nin 57. maddesi,
hakemler dahil tüm futbol paydaşlarının, dünyanın herhangi bir yerindeki
herhangi bir futbol müsabakasına bahis oynamasını kesin olarak yasaklar. Bu
kuralın ihlalinin cezası ise 3 aydan 1 yıla kadar "hak mahrumiyeti",
yani meslekten men edilmektir.
Alandaki görüş birliği, burada "sıfır
tolerans" ilkesinin geçerli olduğu yönündedir. Hakemin sadece yönettiği
bir maça bahis oynaması gerekmez; herhangi bir futbol maçına bahis oynamış
olması dahi lisans iptaline varabilecek bir disiplin ihlalidir. Bu, TFF'nin
kendi ekosistemini korumak için sahip olduğu en güçlü ve en hızlı yaptırım
aracıdır. Nitekim kamuoyunda Rıdvan Dilmen gibi yorumcuların bu cezayı dahi
yetersiz bularak "ömür boyu men" talep etmesi, beklentinin ne denli
yüksek olduğunu göstermektedir.
Oynama, Oynatma ve Şike Üçgeni
Skandalın adli boyutu ise çok daha karmaşık ve farklı
ispat yöntemleri gerektiriyor. Burada karşımıza üç temel kategori çıkıyor:
- Bahis Oynamak (Kabahat): 7258
sayılı Kanun uyarınca, yasa dışı bahis oynamak bir suç değil, yalnızca bir kabahat olarak tanımlanmıştır. Yaptırımı,
mülki idare amiri tarafından kesilen ve adli sicile işlenmeyen idari para
cezasıdır. Yani, bir hakemin sadece yasa dışı bahis oynadığı tespit
edilirse, cezai anlamda bir mahkumiyet almaz, idari bir yaptırımla
karşılaşır.
- Bahis Oynatmak/Aracılık Etmek (Suç): Aynı
kanun, yasa dışı bahis oynatmayı, buna imkân sağlamayı veya para
transferine aracılık etmeyi ise 3 ila 6 yıl arasında hapis cezası
gerektiren ciddi bir suç olarak düzenlemiştir. Savcılığın yürüttüğü
soruşturma, hakemlerin bu organize ağların bir parçası olup olmadığını da
aydınlatacaktır.
- Şike (En Ağır Suçlama): Olayın en kritik ve ispatı en zor halkası ise 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Kanunu'nun 11. maddesinde tanımlanan ŞİKE SUÇLAMASIDIR. Savcılığın bir hakemi şike ile suçlayabilmesi için, o hakemin bahis oynaması ile sahadaki bir kararı arasında doğrudan bir "illiyet bağı" kurması, yani neden-sonuç ilişkisini ispat etmesi gerekir. Örneğin, yönettiği maçın sonucuna veya "ilk yarı 3 sarı kart çıkar" gibi spesifik bir olaya bahis oynadığının somut delillerle kanıtlanması, eylemi bir kabahatten, 1 ila 3 yıl hapis cezası gerektiren bir suç isnadına dönüştürecektir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın MASAK raporları, HTS kayıtları ve uluslararası bahis verilerini inceleyecek olması, tam olarak bu bağlantıyı aradığını göstermektedir.
Sistemik Çürüme ve Güven Bunalımı
Skandal, bireysel ihlallerin ötesine geçerek, hakem
atamalarından sorumlu en üst merci olan Merkez Hakem Kurulu başkanının bir
bahis hesabına sahip olduğu iddialarıyla sistemik bir çürüme endişesini gündeme
getirmiştir. Bu durum, sorunu münferit ahlaki zafiyetlerden, kurumun
tepesindeki bir yönetim ve denetim krizine taşımaktadır.
Kulüplerin (Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve
Trabzonspor) rekabeti bir kenara bırakarak neredeyse ağız birliğiyle "tam şeffaflık" talep etmesi, durumun
vahametini ve ortak tehdit algısını ortaya koymaktadır. Bu, sadece bir adalet
arayışı değil, aynı zamanda 2011 şike skandalında olduğu gibi borsada işlem
gören kulüp hisselerinin etkilenmesini, yayın gelirlerinin ve sponsorluk
anlaşmalarının değer kaybetmesini önlemeye yönelik stratejik bir hamledir.
Çıkış Yolu: Uluslararası Standartlar ve Radikal
Reformlar
Bu kriz, aynı zamanda bir arınma fırsatıdır.
Almanya'nın 2005'teki Hoyzer skandalı sonrası hakemlere ömür boyu men ve hapis
cezaları verip denetim mekanizmalarını güçlendirmesi veya UEFA'nın Sportradar
gibi teknoloji şirketleriyle çalışarak binlerce maçı Bahis Sahtekarlığı Tespit
Sistemi (BFDS) ile proaktif olarak izlemesi, Türkiye için bir yol haritası
sunmaktadır.
Çözüm, reaktif soruşturmaların ötesinde, proaktif bir
dürüstlük doktrini inşa etmekten geçmektedir:
- Sıfır Tolerans Yasalaşmalı: TFF,
disiplin talimatını değiştirerek bahis oynayan her görevli için istisnasız
"ömür boyu men" cezasını getirmelidir.
- Teknolojik Denetim Şart: Türkiye,
uluslararası standartlarda bir bahis izleme sistemini derhal kurarak
anomali tespiti ve erken uyarı mekanizmalarını hayata geçirmelidir.
- Eğitim ve Önleme: UEFA'nın "Tanı,
Reddet, Bildir" ilkesine dayalı zorunlu dürüstlük eğitimleri, tüm
seviyelerdeki hakemler için standart hale getirilmelidir.
Sonuç olarak, TFF'nin başlattığı disiplin süreci, tek başına kamu vicdanını
rahatlatmakta yetersizdir ve meşruiyetini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın
yürüttüğü adli soruşturmadan almaktadır. Zira TFF'nin artık hem denetleyen hem
de denetlenen konumunda olması, bir çıkar çatışması doğurmaktadır. Kamu
güveninin yeniden tesisi, ancak ve ancak adli makamların yürüteceği şeffaf bir
süreç ve ardından gelecek radikal, önleyici reformlarla mümkündür.

Yorumlar