Genellikle Amerikan filmlerinde yaşanan o sahneyi hepimiz biliriz. Gergin bir duruşma, taraflar son sözlerini söylemiş, salonu derin bir sessizlik kaplamıştır. Yargıç, kararlı bir ifadeyle elindeki ahşap tokmağı kaldırır ve altındaki küçük ahşap bloğa indirir. O keskin, net sesle birlikte adalet tecelli eder, duruşma biter, karar açıklanmış olur.
Hollywood filmlerinden televizyondaki
mahkeme dizilerine, popüler kültürün bize ezberlettiği bu imge o kadar güçlüdür
ki, tokmak sesi ve görseli adeta adaletin evrensel simgesi haline gelmiştir.
Peki, adaletle bu kadar özdeşleşen bu sembol, bizim kürsülerimizde neden yok? Daha
da önemlisi, madem adliyelerde, mahkeme kürsülerinde yeri yok, neden hukuk
haberlerinden blog yazılarına, avukat internet sitelerinden hukukla ilgili her
türlü yayına kadar bu kadar sık karşımıza çıkıyor? Gelin bu derin çelişkiyi birlikte
ele alalım.
Tokmak Sembolünün Doğuşu ve Anlamı
Yargıç tokmağının, yani meşhur
"gavel"in hukuki bir araç olarak ortaya çıkışının net bir tarihi yok.
Ancak izleri bizi Anglo-Sakson dünyasının meclis ve lonca geleneklerine kadar
götürüyor. Orta Çağ'dan beri Mason localarında başkanın toplantıyı yönetmek,
söz vermek ve sükûneti sağlamak için kullandığı tokmak, aslında tokmağın yargısal
kullanımdan önce bir "düzen sağlama" aracı olduğunu gösteriyor. Aynı
gelenek sayesinde tokmak, İngiliz Avam Kamarası'ndan ABD Kongresi'ne uzanarak
meclisleri yönetirken kullanılan bir araca dönüşmüş durumda.
Peki bu aracın mahkeme
salonlarına girişi nasıl oldu? Cevap, Common Law, yani Anglo-Sakson hukuk
sisteminin doğasında saklı. Bu sistemde yargılama, tarafların bir jüri önünde kıyasıya
bir iddia ve savunma yarışına girmesiyle ilerler. Yargıç ise bu yarışta daha
çok bir hakem rolündedir. Duruşma salonundaki düzeni sağlamak, tarafların
taşkınlıklarını dizginlemek ve en önemlisi, tartışmanın bittiği ve nihai
kararın verildiği anı kesin bir şekilde ilan etmek zorundadır.
İşte tokmak, tam da bu anlarda
devreye girer:
- Otoritenin sesidir: O sert ve net ses,
salondaki hiyerarşiyi ve yargıcın mutlak kontrolünü fiziken herkese
hatırlatır.
- Hükmün ilanıdır: En çarpıcı işlevi de budur.
Tokmak kürsüye indiği an, tüm tartışmalar biter ve niahi karar verilmiş
olur. Sözün bittiği anı sesle tescil eder.
- Sükûnetin sağlayıcısıdır: Gürültülü ve
hararetli anlarda, meşhur "Order in the court!" ("Salonda
sessizlik!") nidasına güç katan en güçlü araçtır.
Kısacası tokmak, Common Law
geleneğinin tiyatral ve çatışmaya dayalı yapısı içinde doğmuş, yargıcın
hakemlik rolünü pekiştiren işlevsel bir araç ve semboldür.
Bizim ‘Sessiz’ Geleneklerimiz:
Cübbe, Kürsü ve Karar Anı
Peki, biz neden tokmağa ihtiyaç
duymuyoruz? Çünkü mensubu olduğumuz Kıta Avrupası (Roma-Cermen) hukuk ailesinin
bambaşka bir felsefesi ve kendine has gelenekleri var. Bizim sistemimizde
otorite, düzen ve karar anı, bir tokmağın tok ve mekanik sesinden çok daha
derin, yerleşik ve "sessiz" sembollerle kurulur.
Bizim mahkemelerimizde hakimin
otoritesi, kürsüye çıktığı an itibarıyla zaten tesis edilmiştir. Hakimin
kimliğinden sıyrılarak adaletin tarafsız bir temsilcisi olduğunu simgeleyen cübbesi...
Adaletin dağıtıldığı mekânın ciddiyetini ve hakimin taraflarla mesafesini ifade
eden yüksek kürsü... Bunların her biri, başlı başına birer otorite ilanıdır. Bu
görsel hiyerarşi, tokmağın sesli uyarısına olan ihtiyacı zaten ortadan
kaldırır.
Bizde duruşma düzeninin temelini
ise yazılılık oluşturur. Duruşma salonunda söylenenlerin hakimin dilinden zabıt
kâtibi tarafından kayda alınması, tarafları doğal bir disipline sokar. Hakim,
düzeni sağlamak için bir tokmağa değil, usul kanunlarının kendisine verdiği
yetkilere güvenir.
Ve gelelim en önemli ana: Karar
anına. Bizim hukukumuzda karar, bir tokmağın sesinden çok daha anlam yüklü bir
seremoniyle açıklanır. Hükmün açıklanacağı sırada hakimin ve onunla birlikte
salondaki herkesin ayağa kalkması... Bu kolektif eylem, o anın ciddiyetini ve
kararın saygınlığını pekiştirir. Hakimin meşhur "Gereği düşünüldü"
cümlesiyle başlayan ve hükmü açıklandığı an, sistemin doruk noktasıdır. İşte
bizim asıl seremonimiz, kararı duyuran anımız budur. Nihai karar, bir nesnenin
sesiyle değil, hukuku temsil eden yargıcın sözünün ağırlığıyla ilan edilir. Bu,
adeta tokmak sesinin kaba otoritesine karşı, hakim sözünün seremoni eşliğinde doğurduğu
doğal otoritenin tezahürüdür.
Hollywood Adaleti ve Gerçek
Hayat
Madem bizim yargı geleneğimizde
yeri yok, o halde neden "adalet" denince hepimizin aklına bu tokmak
geliyor? Cevap, hepimizin içinde yaşadığı küresel popüler kültürde ve medyanın yaygınlaştırdığı
güçlü imgeler dünyasında gizli.
Amerikan sineması ve dizilerinin
yarattığı adalet anlatısı o kadar güçlü ki, bizim yerel ve özgün uygulamamızı
bile gölgede bırakarak evrensel bir "standart" algısı yaratmış
durumda. Tokmak da bu anlatının en kolay pazarlanabilen, en akılda kalıcı ve en
çarpıcı sembolü. Kendi medyamızın bile adalet haberlerini veya hukuk
programlarını sunarken, gerçekte var olmayan bu tokmağı kullanması, anlamlı bir
çelişkiye işaret ediyor. Bu durum, kamuoyunun kendi adalet sisteminin işleyişi
hakkında yanlış bir fikre kapılmasına ve kendi hukuk kültürümüzün geleneklerinin
(mesela kararın ayakta dinlenmesi gibi) önemsizleşmesine neden oluyor.
İthal Aksesuar, Yerli Anlam
Sonuç olarak yargıç tokmağı, ait
olduğu sistemin çatışmacı yapısı içinde anlamlı bir araç. Ancak bizim Kıta
Avrupası geleneğinden gelen hukuk sistemimiz için, ithal bir hediyelik aksesuardan
farksız. Bizim hukuk kültürümüzde yargı, otoritesini cübbenin ve kürsünün temsil
ettiği makamdan, düzenini usul kurallarının mantığından ve nihai kararın gücünü
de kararın açıklandığı andaki sükûnet ve saygıdan alır.
Tokmağın zihnimizdeki bu yerleşik algısı, hukukun sadece kanunlardan ibaret olmadığını; aynı zamanda küresel kültürel akımlardan etkilenen bir algı ve semboller alanı olduğunu hatırlatan çarpıcı bir örnek. Belki de bu "yabancı" sembol, bize kendi yargı geleneğimizin özgün ritüellerinin değerini anlama ve onu popüler kültürün yarattığı yanılsamalara karşı koruma gerekliliğini hatırlatıyordur.

Yorumlar