Ana içeriğe atla

Haklı Azil Riskini Yönetme ve Güvene Dayalı Vekalet İlişkileri Kurma Yolları

Avukatlık mesleğinin icrası, şüphesiz en temelde müvekkil ile aramızda kurduğumuz hassas güven ilişkisine dayanıyor. Bu ilişki, vekalet sözleşmemizin temelini oluşturduğu gibi, mesleki tatminimizin ve başarımızın da en önemli unsurlarından biridir. Ancak hepimizin bildiği gibi, bu güven ilişkisi çeşitli sebeplerle zedelenebiliyor ve müvekkilin tek taraflı iradesiyle vekalet ilişkimizi sonlandırdığı "azil" durumuyla karşılaşabiliyoruz.

Azil, müvekkilin yasal bir hakkı olmakla birlikte, sonuçları itibarıyla "haklı" veya "haksız" olarak nitelendirilmesi, özellikle ücret alacağımız açısından kritik bir yol ayrımı teşkil ediyor. Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarına göre avukatın kusur veya ihmalinden kaynaklanan haklı bir azil durumunda, kural olarak vekalet ücreti talep hakkımızı kaybediyoruz. Bu durum, sarf ettiğimiz emeğin karşılıksız kalması gibi istenmeyen bir sonuca yol açabiliyor.

Bu nedenle, mesleki pratiğimizde haklı azle yol açabilecek durumlardan özenle kaçınmak hem mali haklarımızı korumak hem de mesleki itibarımızı sürdürmek adına büyük önem taşıyor. Kendi tecrübelerim ve Yargıtay kararlarının bize gösterdikleri ışığında, bu riski yönetmeye yönelik bazı stratejileri paylaşmak isterim.

1. "Özen Yükümlülüğü": Mesleğimizin Olmazsa Olmazı

Avukatlık Kanunu ve Borçlar Kanunu'nun bizlere yüklediği en temel sorumluluklardan biri, üstlendiğimiz işi bir vekilin özeniyle yerine getirmektir. Yargıtay, bu konuya özellikle dikkat çekiyor ve özen yükümlülüğünün ihlalini haklı azlin en temel gerekçesi olarak görüyor. Üstelik bu sorumluluğun objektif nitelikte olduğunu, yani müvekkilin bir zarara uğrayıp uğramamasının sonuca etki etmediğini unutmamak gerekir.

  • Süreler Konusundaki Hassasiyet: Dava, cevap, temyiz veya itiraz gibi kritik süreleri kaçırmak, maalesef affı olmayan ve doğrudan haklı azil nedeni sayılan bir ihmaldir.
  • Usuli İşlemlerdeki Titizlik: Davanın süresinde görevli ve yetkili mahkemede açılmaması, yenilenmemesi, ihtiyati tedbir kararından sonra yasal sürede esas hakkında dava açılmaması suretiyle tedbirin kalkmasına neden olunması veya davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmaması gibi durumlar, Yargıtay tarafından özen borcunun ihlali olarak değerlendirilen önemli örneklerdir.
  • Duruşma ve Takip Sorumluluğu: Mazeretsiz olarak duruşmalara girmemek de vekalet görevini aksatmak anlamına gelir ve müvekkilin güvenini sarsan bir başka önemli nedendir.

2. İletişim: Güven Köprüsünü Sağlam Tutmak

Vekalet ilişkisinin sağlıklı yürümesinin sırrı, etkili ve şeffaf iletişimde yatmaktadır. Müvekkili sürecin bir parçası olarak görmek ve onu düzenli olarak bilgilendirmek, olası yanlış anlaşılmaların ve güvensizliklerin önüne geçmenin en etkili yoludur.

  • Proaktif Bilgilendirme: Davanın seyri, atılan adımlar, karşılaşılan zorluklar ve olası sonuçlar hakkında müvekkili düzenli olarak bilgilendirmek, onun sürece hakim olmasını ve bize olan güveninin pekişmesini sağlar.
  • Ulaşılabilirlik ve Geri Dönüş: Müvekkilin bilgi alma taleplerine kayıtsız kalmak, eksik ya da yanıltıcı bilgi vermek veya telefonlarına/e-postalarına geri dönmemek, Yargıtay içtihatlarında güven ilişkisini zedeleyerek haklı azle yol açabilecek davranışlar olarak kabul edilmektedir.
  • Mali Konularda Şeffaflık: Harç ve masraf gibi mali yükümlülükler konusunda müvekkili zamanında ve net bir şekilde bilgilendirmek, sonradan ortaya çıkabilecek ve güveni sarsacak mali anlaşmazlıkları engeller.

3. "Sadakat Yükümlülüğü" ve Mesleki Etik

Sadakat, müvekkilin menfaatlerini kendi menfaatlerimizin önünde tutmayı gerektiren, mesleğimizin temel bir ilkesidir.

  • Menfaat Çatışmasından Mutlak Kaçınma: Müvekkilimizin hasmının vekilliğini üstlenmek gibi açık bir menfaat çatışması hali , sadakat yükümlülüğünün en ağır ihlalidir ve Yargıtay tarafından haklı bir azil sebebi olarak görülmektedir.
  • Sır Saklama Yükümlülüğünün Önemi: Mesleğimiz gereği vakıf olduğumuz bilgilerin gizliliği, Avukatlık Kanunu'nun 36. maddesi uyarınca temel bir sorumluluğumuzdur. Bu yükümlülüğün ihlali, güven ilişkisini onarılamayacak şekilde zedeler ve haklı bir azil nedeni oluşturur.

4. Güven Kaybına Zemin Hazırlamamak

Yargıtay, "müvekkilin avukatına güveninin kalmaması" gibi daha subjektif görünen bir durumu dahi, genellikle avukatın özen, sadakat gibi temel yükümlülüklerini ihlal etmesinin bir sonucu olarak görerek haklı azil nedeni kabul edebilmektedir. Bu nedenle, meslek onuruyla bağdaşmayan, müvekkilde şüphe uyandıracak her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak gerekir. Örneğin, vekalet ilişkisi devam ederken müvekkil aleyhine icra takibine girişmek veya hapis hakkını usulsüz şekilde kullanmak gibi eylemler, güveni temelden sarsan ve haklı azle kapı aralayan durumlardır.

Unutmamalıyız ki, ispat yükü her ne kadar azlin haklı olduğunu iddia eden müvekkilin üzerinde olsa da, kendimizi böyle bir dava sürecinin içinde bulmak dahi mesleki itibarımız ve huzurumuz açısından yıpratıcıdır. Mesleğimizi en yüksek özen, sadakat ve şeffaflık standartlarında icra etmek, bizi yalnızca haklı azil riskinden korumakla kalmaz, aynı zamanda müvekkillerimizle daha sağlam ve uzun ömürlü profesyonel ilişkiler kurmamızı sağlar.

 

Kaynak:

Demir, Şamil. “Yargıtay kararları işığında avukatın haklı yahut haksız azli durumunda avukatlık ücreti”, 27 Mayıs 2025. https://doi.org/10.5281/zenodo.15526176.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

G20 İçinde Türk Hukuk Piyasası: Mesleğin Ekonomik Çıkmazı

Her avukat, her hukuk fakültesi öğrencisi ve mesleğe yeni adım atmış her genç, son yıllarda giderek ağırlaşan rekabeti ve daralan ekonomik alanı derinden hissediyor. Büro giderleri, müvekkil bulma zorluğu gibi günlük endişeler, aslında çok daha büyük ve temel bir sorunun günlük hayata olan yansımaları. G20 ülkelerinin hukuk piyasalarını karşılaştırmak için yaptığım araştırma, bu hissiyatı somut verilerle ortaya koyuyor ve Türkiye'deki avukatların içinde bulunduğu durumu çarpıcı bir netlikle tanımlıyor: Türk avukatlığı, " yüksek rekabet, düşük fırsat " olarak özetlenebilecek bir baskı alanında faaliyet gösteriyor. Bu durum, iki temel veriye dayanıyor: Piyasadaki avukat yoğunluğu ve her avukata düşen ekonomik pazarın küçüklüğü. Sorun 1: Popülist Politikalar ve Kontrolsüzce Artan Rekabet Türkiye, avukatlık hizmetleri piyasası doygunluğu açısından G20'nin en rekabetçi ülkelerinden biri. Ülkemizde her bir avukata sadece 461 kişi düşüyor. Bu oran, bizi ABD, Birleşik Kr...

Sabahattin Ali Yaşasaydı Türk Edebiyatı Nereye Evrilirdi?

Edebiyat tarihi genellikle yazılanlar üzerinden okunur; ancak bazen yazılamayanlar , kütüphaneler dolusu kitaptan daha ağır bir gölge bırakır. Sabahattin Ali ’nin 1948’deki trajik ölümü, Türk edebiyatı için yalnızca biyolojik bir kayıp değil, düşünce dünyamızda derin bir inkıta anlamına gelir. O, sadece başarılı öyküler yazan bir edip değil; Türkçenin anlatı imkânlarını " köy gerçekçiliği " ile "şehirli melankoli" arasında kurduğu köprüyle genişleten bir isimdi. Bu yazı, Sabahattin Ali’nin yarım bırakılan hayat çizgisini boş bir varsayım alanı olarak değil; edebiyatımızın kaybettiği sosyolojik ve psikolojik imkânları yeniden düşünmek için bir inceleme zemini olarak ele alıyor. O karanlık sınır aşılabilseydi, Türk edebiyatının akışı hangi yeni yönlere kırılırdı? 1. Dilin Kristalleşmesi: Yalınlıktan Varoluşsal Sancıya Sabahattin Ali’nin edebiyat yolculuğuna bakıldığında, dilinin Kuyucaklı Yusuf ’taki epik anlatıdan Kürk Mantolu Madonna ’daki içsel monologlara doğr...

Hakkında

Bu blog sayfası Şamil Demir'in çeşitli mecralarda yayınlanmış olan yazılarının arşividir. Bu sitenin başka bir amacı yoktur. Şamil Demir 1997 yılında Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinden, 2011 yılında Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk yüksek lisans programından mezun olmuştur. 1998 yılından beri Ankara Barosuna kayıtlı avukattır. 2013 yılından beri Adalet Bakanlığı Arabuluculuk Siciline kayıtlı arabulucudur. İngilizce bilmektedir. Evli, bir çocuk babasıdır.