Mevcut
Sistem: Kamu Hizmeti İdeali ve Dijital Gerçeklik Arasındaki Makas
Türk hukuk sistemindeki reklam yasağının felsefi temeli,
Avukatlık Kanunu'nun mesleği bir "kamu hizmeti" olarak tanımlamasına
dayanır. Bu anlayışa göre avukatlık, ticari bir faaliyet değil, adaletin
tecellisine hizmet eden onurlu bir görevdir. Bu nedenle, "iş elde
etme" amacı güden her türlü reklam faaliyeti, mesleğin ruhuna aykırı kabul
edilir.
Bu ideal, pratikte son derece detaylı ve kısıtlayıcı
kurallara dönüşmüş durumda. Tabelaların renk sayısından web sitelerinde
kullanılabilecek alan adına, arama motorlarında "boşanma avukatı"
gibi anahtar kelimelerle reklam vermenin yasaklanmasına kadar, her alan sıkı
bir kontrol altında. Ancak bu kurallar, dijitalleşmenin getirdiği gerçeklikle
giderek daha fazla çelişiyor. Genç bir avukatın, uzmanlaştığı niş bir alanda
kendini tanıtma imkânı bulamadığı, vatandaşın ise hukuki sorununa en uygun
avukatı bulmak için çoğunlukla "eş-dost tavsiyesi" dışına çıkamadığı
bir ekosistem, ne kadar adil ve rekabetçi olabilir? Haksız rekabeti önleme
iddiasındaki bu sistem, ironik bir şekilde, piyasada zaten yerleşik olan ve
geniş bir çevreye sahip büroların hakimiyetini pekiştiren bir yapı oluşturmuyor
mu?
Avrupa'dan
Bir Bakış: Yasaklama Değil, Düzenleme
Türkiye'nin bu katı tutumunun aksine, Almanya, Fransa ve
İsviçre gibi Kara Avrupası ülkeleri, "yasaklama" yerine
"düzenleme" yaklaşımını benimsemiş durumda. Bu ülkeler, avukatlığın
onurunu ve kamusal rolünü korurken, avukatların kendilerini ve hizmetlerini
kamuoyuna tanıtabilmeleri arasında bir denge kuruyor. Temel odak noktası,
reklamın yapıldığı mecra değil, içeriğin niteliğidir.
Bu modellerde temel ilke; reklamın dürüst, doğru,
yanıltıcı olmayan ve meslek onuruna yakışır olmasıdır. Örneğin Almanya,
"objektiflik" (Sachlichkeit) ilkesini merkeze alarak, bir avukatın
doğrulanabilir uzmanlık alanlarını belirtmesine izin verirken, "en
iyi" gibi kendini öven ifadeleri yasaklıyor. Fransa, bir adım daha ileri
giderek, avukatların belirli kurallar dahilinde potansiyel müvekkillere
proaktif olarak ulaşmasına (solicitation) bile olanak tanıyor. Bu
sistemlerin ortak noktası, avukatın sesini kısmak yerine, neyi, nasıl
söyleyebileceğine dair net bir çerçeve çizmeleridir.
Sonuç:
Korkuları Aşarak Modern Bir Çerçeveye Ulaşmak
Türkiye'deki reklam yasağının arkasındaki "mesleğin
ticarileşeceği" ve "saygınlığın zedeleneceği" endişeleri
meşrudur. Ancak bu endişeler, bizi dünyadaki gelişmelerden ve mesleğin
ihtiyaçlarından kopuk, statik bir sisteme hapsetmemeli. Mesleki haysiyet, 21.
yüzyılda kapalılık ve ulaşılmazlık ile değil, şeffaflık, doğru bilgilendirme ve
erişilebilirlik ile sağlanır. Vatandaşın, spesifik bir hukuki sorununa çözüm
bulabilecek avukat hakkında bilgi edinebilmesi, adalete erişimin temel bir
parçasıdır.
Çözüm, reklamı tamamen serbest bırakmak değil, Avrupa
örneklerinde olduğu gibi akılcı bir şekilde düzenlemektir. "Yasak" yaklaşımından,
"dürüst ve bilgilendirici tanıtım" yaklaşımına geçmeliyiz.
Avukatların web sitelerinde bilgilendirici makaleler yayınlamasına, belirli
alanlardaki pratik tecrübelerini (örneğin "baskın faaliyet alanı"
olarak) belirtmelerine ve bunu yaparken yanıltıcı, kendini övücü veya
meslektaşlarını kötüleyici ifadelerden kaçınmalarını sağlayacak net kurallar
getirilmelidir.
Baroların rolü, ihlalleri tespit edip "derhal
soruşturma açan" bir denetim mekanizması olmanın ötesine geçmeli; yeni
kurallar çerçevesinde meslektaşlarına yol gösteren, danışmanlık yapan proaktif
bir rehbere dönüşmelidir.
TBB'nin son yönetmelik değişikliği, geçmişe dönük bir
refleks olabilir. Ancak bizim ileriye bakmamız gerekiyor. Dijital çağın
gerçeklerini ve mesleğin dinamiklerini göz ardı eden bir yasaklama kültürü ne
mesleğe ne de topluma hizmet eder. Artık bu prangayı kırmanın ve mesleğin
onurunu koruyarak gelişiminin önünü açacak modern, dengeli ve uygulanabilir bir
düzenlemeyi cesurca tartışmanın zamanı gelmiştir.

Yorumlar