Ana içeriğe atla

Avukatlık Reklam Yasağı: Mesleği Koruyan Kalkan mı, Gelişimi Engelleyen Pranga mı?


Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) 9 Ağustos 2024'te Reklam Yasağı Yönetmeliği'nde yaptığı son değişiklikle, yasağı ihlal eden avukatlara yönelik "uyarı yazısı" uygulamasını kaldırıp "derhal ve re'sen disiplin soruşturması" yolunu açması, meslek camiasında önemli bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Bu adım, TBB'nin mevcut yasakçı tutumunu daha da sertleştirdiğini ve dijital çağın getirdiği yeni iletişim dinamiklerine karşı adaptasyon yerine katı bir kontrol mekanizmasını tercih ettiğini gösteriyor. Peki, bu katı yasaklama rejimi, gerçekten mesleğin onurunu ve kamu hizmeti niteliğini koruyor mu, yoksa genç avukatların önünü tıkayan, vatandaşın adalete erişimini zorlaştıran ve mesleği çağın gerisinde bırakan bir prangaya mı dönüşüyor?


Mevcut Sistem: Kamu Hizmeti İdeali ve Dijital Gerçeklik Arasındaki Makas

Türk hukuk sistemindeki reklam yasağının felsefi temeli, Avukatlık Kanunu'nun mesleği bir "kamu hizmeti" olarak tanımlamasına dayanır. Bu anlayışa göre avukatlık, ticari bir faaliyet değil, adaletin tecellisine hizmet eden onurlu bir görevdir. Bu nedenle, "iş elde etme" amacı güden her türlü reklam faaliyeti, mesleğin ruhuna aykırı kabul edilir.

Bu ideal, pratikte son derece detaylı ve kısıtlayıcı kurallara dönüşmüş durumda. Tabelaların renk sayısından web sitelerinde kullanılabilecek alan adına, arama motorlarında "boşanma avukatı" gibi anahtar kelimelerle reklam vermenin yasaklanmasına kadar, her alan sıkı bir kontrol altında. Ancak bu kurallar, dijitalleşmenin getirdiği gerçeklikle giderek daha fazla çelişiyor. Genç bir avukatın, uzmanlaştığı niş bir alanda kendini tanıtma imkânı bulamadığı, vatandaşın ise hukuki sorununa en uygun avukatı bulmak için çoğunlukla "eş-dost tavsiyesi" dışına çıkamadığı bir ekosistem, ne kadar adil ve rekabetçi olabilir? Haksız rekabeti önleme iddiasındaki bu sistem, ironik bir şekilde, piyasada zaten yerleşik olan ve geniş bir çevreye sahip büroların hakimiyetini pekiştiren bir yapı oluşturmuyor mu?

Avrupa'dan Bir Bakış: Yasaklama Değil, Düzenleme

Türkiye'nin bu katı tutumunun aksine, Almanya, Fransa ve İsviçre gibi Kara Avrupası ülkeleri, "yasaklama" yerine "düzenleme" yaklaşımını benimsemiş durumda. Bu ülkeler, avukatlığın onurunu ve kamusal rolünü korurken, avukatların kendilerini ve hizmetlerini kamuoyuna tanıtabilmeleri arasında bir denge kuruyor. Temel odak noktası, reklamın yapıldığı mecra değil, içeriğin niteliğidir.

Bu modellerde temel ilke; reklamın dürüst, doğru, yanıltıcı olmayan ve meslek onuruna yakışır olmasıdır. Örneğin Almanya, "objektiflik" (Sachlichkeit) ilkesini merkeze alarak, bir avukatın doğrulanabilir uzmanlık alanlarını belirtmesine izin verirken, "en iyi" gibi kendini öven ifadeleri yasaklıyor. Fransa, bir adım daha ileri giderek, avukatların belirli kurallar dahilinde potansiyel müvekkillere proaktif olarak ulaşmasına (solicitation) bile olanak tanıyor. Bu sistemlerin ortak noktası, avukatın sesini kısmak yerine, neyi, nasıl söyleyebileceğine dair net bir çerçeve çizmeleridir.

Sonuç: Korkuları Aşarak Modern Bir Çerçeveye Ulaşmak

Türkiye'deki reklam yasağının arkasındaki "mesleğin ticarileşeceği" ve "saygınlığın zedeleneceği" endişeleri meşrudur. Ancak bu endişeler, bizi dünyadaki gelişmelerden ve mesleğin ihtiyaçlarından kopuk, statik bir sisteme hapsetmemeli. Mesleki haysiyet, 21. yüzyılda kapalılık ve ulaşılmazlık ile değil, şeffaflık, doğru bilgilendirme ve erişilebilirlik ile sağlanır. Vatandaşın, spesifik bir hukuki sorununa çözüm bulabilecek avukat hakkında bilgi edinebilmesi, adalete erişimin temel bir parçasıdır.

Çözüm, reklamı tamamen serbest bırakmak değil, Avrupa örneklerinde olduğu gibi akılcı bir şekilde düzenlemektir. "Yasak" yaklaşımından, "dürüst ve bilgilendirici tanıtım" yaklaşımına geçmeliyiz. Avukatların web sitelerinde bilgilendirici makaleler yayınlamasına, belirli alanlardaki pratik tecrübelerini (örneğin "baskın faaliyet alanı" olarak) belirtmelerine ve bunu yaparken yanıltıcı, kendini övücü veya meslektaşlarını kötüleyici ifadelerden kaçınmalarını sağlayacak net kurallar getirilmelidir.

Baroların rolü, ihlalleri tespit edip "derhal soruşturma açan" bir denetim mekanizması olmanın ötesine geçmeli; yeni kurallar çerçevesinde meslektaşlarına yol gösteren, danışmanlık yapan proaktif bir rehbere dönüşmelidir.

TBB'nin son yönetmelik değişikliği, geçmişe dönük bir refleks olabilir. Ancak bizim ileriye bakmamız gerekiyor. Dijital çağın gerçeklerini ve mesleğin dinamiklerini göz ardı eden bir yasaklama kültürü ne mesleğe ne de topluma hizmet eder. Artık bu prangayı kırmanın ve mesleğin onurunu koruyarak gelişiminin önünü açacak modern, dengeli ve uygulanabilir bir düzenlemeyi cesurca tartışmanın zamanı gelmiştir.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

G20 İçinde Türk Hukuk Piyasası: Mesleğin Ekonomik Çıkmazı

Her avukat, her hukuk fakültesi öğrencisi ve mesleğe yeni adım atmış her genç, son yıllarda giderek ağırlaşan rekabeti ve daralan ekonomik alanı derinden hissediyor. Büro giderleri, müvekkil bulma zorluğu gibi günlük endişeler, aslında çok daha büyük ve temel bir sorunun günlük hayata olan yansımaları. G20 ülkelerinin hukuk piyasalarını karşılaştırmak için yaptığım araştırma, bu hissiyatı somut verilerle ortaya koyuyor ve Türkiye'deki avukatların içinde bulunduğu durumu çarpıcı bir netlikle tanımlıyor: Türk avukatlığı, " yüksek rekabet, düşük fırsat " olarak özetlenebilecek bir baskı alanında faaliyet gösteriyor. Bu durum, iki temel veriye dayanıyor: Piyasadaki avukat yoğunluğu ve her avukata düşen ekonomik pazarın küçüklüğü. Sorun 1: Popülist Politikalar ve Kontrolsüzce Artan Rekabet Türkiye, avukatlık hizmetleri piyasası doygunluğu açısından G20'nin en rekabetçi ülkelerinden biri. Ülkemizde her bir avukata sadece 461 kişi düşüyor. Bu oran, bizi ABD, Birleşik Kr...

Sabahattin Ali Yaşasaydı Türk Edebiyatı Nereye Evrilirdi?

Edebiyat tarihi genellikle yazılanlar üzerinden okunur; ancak bazen yazılamayanlar , kütüphaneler dolusu kitaptan daha ağır bir gölge bırakır. Sabahattin Ali ’nin 1948’deki trajik ölümü, Türk edebiyatı için yalnızca biyolojik bir kayıp değil, düşünce dünyamızda derin bir inkıta anlamına gelir. O, sadece başarılı öyküler yazan bir edip değil; Türkçenin anlatı imkânlarını " köy gerçekçiliği " ile "şehirli melankoli" arasında kurduğu köprüyle genişleten bir isimdi. Bu yazı, Sabahattin Ali’nin yarım bırakılan hayat çizgisini boş bir varsayım alanı olarak değil; edebiyatımızın kaybettiği sosyolojik ve psikolojik imkânları yeniden düşünmek için bir inceleme zemini olarak ele alıyor. O karanlık sınır aşılabilseydi, Türk edebiyatının akışı hangi yeni yönlere kırılırdı? 1. Dilin Kristalleşmesi: Yalınlıktan Varoluşsal Sancıya Sabahattin Ali’nin edebiyat yolculuğuna bakıldığında, dilinin Kuyucaklı Yusuf ’taki epik anlatıdan Kürk Mantolu Madonna ’daki içsel monologlara doğr...

Hakkında

Bu blog sayfası Şamil Demir'in çeşitli mecralarda yayınlanmış olan yazılarının arşividir. Bu sitenin başka bir amacı yoktur. Şamil Demir 1997 yılında Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinden, 2011 yılında Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk yüksek lisans programından mezun olmuştur. 1998 yılından beri Ankara Barosuna kayıtlı avukattır. 2013 yılından beri Adalet Bakanlığı Arabuluculuk Siciline kayıtlı arabulucudur. İngilizce bilmektedir. Evli, bir çocuk babasıdır.