Ana içeriğe atla

Anayasa Mahkemesi’nin 2025/137 Sayılı Kararı Işığında Kanuni Düzenleme Önerisi


Medeni usul hukuku, maddi hukukun uygulanmasını sağlayan kurallar bütünü olarak, bir yandan uyuşmazlıkların en az giderle ve makul sürede çözülmesini temin etmeyi hedeflerken, diğer yandan taraflara anayasal güvencelerle donatılmış adil bir yargılanma zemini sunmakla mükelleftir. Bu iki temel amaç arasında hassas bir denge kuran kurumlardan biri de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 166. maddesinde düzenlenen davaların birleştirilmesidir. Usul ekonomisi ve çelişkili kararların önlenmesi gibi önemli işlevler gören bu kurum, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 17/6/2025 tarihli ve E. 2024/237, K. 2025/137 sayılı kararıyla yeniden ve bu defa anayasal bir perspektiften tartışmaya açılmıştır.

İnceleme konusu kararın odağında, HMK m. 166(1) uyarınca, aynı yargı çevresindeki aynı düzey ve sıfattaki mahkemelerde açılmış bağlantılı davalarda, ikinci davanın açıldığı mahkemenin verdiği birleştirme kararının, ilk davanın görüldüğü mahkeme için bağlayıcı olmasını öngören "...ve bu karar, diğer mahkemeyi bağlar." ibaresi yer almaktadır. AYM, bu ibareyi, adil yargılanma hakkının temel bir unsuru olan kanuni hâkim güvencesine aykırı bularak iptal etmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin E. 2024/237, K. 2025/137 sayılı kararı, medeni usul hukukunun anayasal ilkelerle olan derin bağını bir kez daha gözler önüne seren, yol gösterici bir içtihattır. Mahkeme, HMK m. 166(1)’de yer alan ve ikinci mahkemenin birleştirme kararını birinci mahkeme için bağlayıcı kılan kuralı iptal ederek, usul ekonomisi gibi önemli bir ilkenin dahi, adil yargılanma hakkının temel taşı olan kanuni hâkim güvencesini ihlal edecek şekilde yorumlanamayacağını isabetli bir şekilde tespit etmiştir. Karar, usul kurallarının dahi temel hak ve özgürlükler karşısında mutlak bir önceliğe sahip olmadığını ve keyfiliğe karşı etkili denetim mekanizmaları içermesi gerektiğini vurgulaması açısından emsal niteliğindedir.

AYM'nin iptal kararı, anayasal bir sorunu gidermekle birlikte, uygulamada yeni bir soruna yol açma potansiyeli taşımaktadır: hukuki bir boşluk. İptal sonrasında, ikinci mahkemenin verdiği birleştirme kararı artık birinci mahkemeyi bağlamayacaktır. Bu durumda, birinci mahkeme birleştirme talebini reddederse, mahkemeler arasında çözümü HMK'da düzenlenmemiş bir "olumsuz birleştirme uyuşmazlığı" ortaya çıkacaktır. Bu durum, davaların sürüncemede kalmasına, çelişkili kararlar verilmesine ve iptal edilen kuralın engellemeye çalıştığı usul ekonomisine aykırı sonuçlara yol açabilir.

Bu boşluğun, anayasal ilkelere uygun bir şekilde doldurulması elzemdir. Kanun koyucuya bu konuda iki model önerilebilir:

1. Rızaya Dayalı Model: HMK m. 166(1)'in ikinci cümlesi, "Birleştirme kararı, ikinci davanın açıldığı mahkemece verilir ve bu karar, ancak ilk davanın açıldığı mahkemenin muvafakati ile hüküm ifade eder." şeklinde yeniden düzenlenebilir. Bu model basit olmakla birlikte, uyuşmazlık durumunda bir çözüm sunmamaktadır.

2. Hakem Modeli (CMK Örneği): Daha etkin ve anayasal güvencelerle uyumlu olan bu modelde, HMK'ya yeni bir hüküm eklenerek, aynı yargı çevresindeki mahkemeler arasında birleştirme konusunda uyuşmazlık çıkması hâlinde, bu uyuşmazlığın o yerdeki Bölge Adliye Mahkemesi'nin ilgili hukuk dairesi tarafından dosya üzerinden ve kesin olarak karara bağlanması öngörülebilir. Bu yaklaşım, hem eş düzey mahkemeler arasındaki eşitliği koruyacak, hem uyuşmazlığa süratli bir çözüm getirecek, hem de keyfiliği önleyerek kanuni hâkim güvencesini teminat altına alacaktır.



Kaynak:
Demir, Şamil. “Anayasa mahkemesi'nin 2025/137 sayılı kararı işığında davaların birleştirilmesinde 'bağlayıcılık' kuralının kanuni hâkim güvencesi yönünden değerlendirilmesi”, 26 Eylül 2025. https://doi.org/10.5281/zenodo.17208879.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

G20 İçinde Türk Hukuk Piyasası: Mesleğin Ekonomik Çıkmazı

Her avukat, her hukuk fakültesi öğrencisi ve mesleğe yeni adım atmış her genç, son yıllarda giderek ağırlaşan rekabeti ve daralan ekonomik alanı derinden hissediyor. Büro giderleri, müvekkil bulma zorluğu gibi günlük endişeler, aslında çok daha büyük ve temel bir sorunun günlük hayata olan yansımaları. G20 ülkelerinin hukuk piyasalarını karşılaştırmak için yaptığım araştırma, bu hissiyatı somut verilerle ortaya koyuyor ve Türkiye'deki avukatların içinde bulunduğu durumu çarpıcı bir netlikle tanımlıyor: Türk avukatlığı, " yüksek rekabet, düşük fırsat " olarak özetlenebilecek bir baskı alanında faaliyet gösteriyor. Bu durum, iki temel veriye dayanıyor: Piyasadaki avukat yoğunluğu ve her avukata düşen ekonomik pazarın küçüklüğü. Sorun 1: Popülist Politikalar ve Kontrolsüzce Artan Rekabet Türkiye, avukatlık hizmetleri piyasası doygunluğu açısından G20'nin en rekabetçi ülkelerinden biri. Ülkemizde her bir avukata sadece 461 kişi düşüyor. Bu oran, bizi ABD, Birleşik Kr...

Sabahattin Ali Yaşasaydı Türk Edebiyatı Nereye Evrilirdi?

Edebiyat tarihi genellikle yazılanlar üzerinden okunur; ancak bazen yazılamayanlar , kütüphaneler dolusu kitaptan daha ağır bir gölge bırakır. Sabahattin Ali ’nin 1948’deki trajik ölümü, Türk edebiyatı için yalnızca biyolojik bir kayıp değil, düşünce dünyamızda derin bir inkıta anlamına gelir. O, sadece başarılı öyküler yazan bir edip değil; Türkçenin anlatı imkânlarını " köy gerçekçiliği " ile "şehirli melankoli" arasında kurduğu köprüyle genişleten bir isimdi. Bu yazı, Sabahattin Ali’nin yarım bırakılan hayat çizgisini boş bir varsayım alanı olarak değil; edebiyatımızın kaybettiği sosyolojik ve psikolojik imkânları yeniden düşünmek için bir inceleme zemini olarak ele alıyor. O karanlık sınır aşılabilseydi, Türk edebiyatının akışı hangi yeni yönlere kırılırdı? 1. Dilin Kristalleşmesi: Yalınlıktan Varoluşsal Sancıya Sabahattin Ali’nin edebiyat yolculuğuna bakıldığında, dilinin Kuyucaklı Yusuf ’taki epik anlatıdan Kürk Mantolu Madonna ’daki içsel monologlara doğr...

Hakkında

Bu blog sayfası Şamil Demir'in çeşitli mecralarda yayınlanmış olan yazılarının arşividir. Bu sitenin başka bir amacı yoktur. Şamil Demir 1997 yılında Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinden, 2011 yılında Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk yüksek lisans programından mezun olmuştur. 1998 yılından beri Ankara Barosuna kayıtlı avukattır. 2013 yılından beri Adalet Bakanlığı Arabuluculuk Siciline kayıtlı arabulucudur. İngilizce bilmektedir. Evli, bir çocuk babasıdır.